Kızıl kürklü kurtlar Toz’un etrafında dönüp her adımda çemberi daraltırlarken savaş atı öfkeyle kişneyip şaha kalktı. Fakat bu kez atın hemen yanında boynu ve omuzlarında bembeyaz tüyler olan başka bir kurt daha vardı. Kurt sürüsü etrafta koşuştururken beyaz yeleli kurt sakince Toz’un yanında duruyordu. Toz huzursuzca bir o yana bir bu yana gidiyor, beyaz yeleli kurt onu takip ediyor, sürünün geri kalanı savaş çağrısını andırırcasına uluyordu. Derken Vortix içini kaplayan korkunç bir hisle sekizinci sabaha gözlerini açtı.
Yüzünde acı çeken bir ifadeyle yanında
uyumakta olan Rovas’a baktı. Yüzü kir içinde, epey zayıflamış ve çökmüştü.
Bacağı gece özensizce sarılmıştı. Vortix korkarak etrafına bakınıp önceki gün
yarıdan aza indiğini gördüğü erzak çuvalını aradı. Hiçbir yerde yoktu!
Korkuyla yutkundu. Sırada kendisi
olmalıydı. Anaç ya da Zabu kadar olmasa da Vortix en irileri, yaedler için en besillileriydi. Aynı zamanda en
tehlikelileriydi. Yakalandığı günden beri eline geçen her fırsatta mücadele
etmiş, yaedlere zorluk çıkarmıştı. Fakat şimdi yaralandığı, yürüyemeyecek
duruma geldiği için Rovas’ı öldüreceklerdi. Hayır, Rovas’ı en sona bırakmaları
gerekiyordu. Bir mucize eseri birileri onları kurtarmaya gelirse Rovas’ın bir
şansı olmalıydı. Önceki gün içini kaplayan, ona güç veren o muazzam umut, şimdi
asla var olmamış gibi ortadan kaybolmuştu. Kurtulma şansları, vakitleriyle
birlikte hızla tükeniyordu.
*
Sabah Luudman da Rovas’ı taşımak için
gönüllü oldu, fakat nöbetçileri Vortix’i olabildiğince yormanın daha akıllıca
olacağını düşünüyor olmalılardı ki, yaralı arkadaşlarını yine ona taşıttılar.
Bu kez doğrudan kuzey yönünde ilerliyorlardı. Bu da güneye inme amaçlarının o
kemiği bulmak olduğunu düşündürdü. Görevlerini yerine getirmiş, şimdi geri
dönüyorlardı.
Yeterince uyuyup dinlendiği için Vortix ilk
birkaç saat neredeyse hiç zorlanmadan yürüdü. Acıkmıştı, fakat her nasılsa
açlığa alışmıştı. Zaten o da arada bir kendini hatırlatıp gidiyordu. Bir süre
sonra başı dönmeye, dizleri titremeye, adımları aksamaya başladı. Sırtında
yetmiş kiloyla yaedlerin hızlı temposuna ayak uydurmak, Anaç ya da Zabu’nun
cüssesinde, Karvuk’un dayanıklılığında birini bile zorlardı.
“Bırak Vortix,” diye fısıldadı Rovas.
Vortix’in boynuna doladığı ellerinden biriyle ağzındaki bezi indirmişti.
“Kendini sakatlayacaksın. Gücünü boşa harcama,” dedi yalvarırcasına.
Vortix boğazından kapa çeneni manasına
gelen bir ses çıkardı. Nöbetçilerin dikkatini çekmek için daha yüksek sesle
homurdandı. Bir nöbetçi yanlarına gelip Rovas’ın ağzını yeniden kapattı.
Neyse ki Rovas onun gözlerinin dolduğunu
göremiyor, boğazının düğümlendiğini anlayamıyordu. Vortix sürekli endişeyle başını
kaldırıp kaçan güneşe bakıyor, gökyüzünün kararmasını korkuyla izliyordu. Güneş
batıdaki sisli bir tepenin ardında kayboldu. Gökyüzünde Rovas’ın vadesinin
dolduğunu haber veren ay ve yıldızlar belirmeye başladı. Tanrıların yıldızları
da aralarındaydı. En güçlüleri Kiejain, kızılımsı renkteki Kahil, yumuşak ve
şefkatli bir ışığı olan Alunwea, gri rengiyle gölge gibi duran Kyrus,
diğerlerinden uzakta, sönük ve içine kapanık Zaon… On iki tanrının yıldızı da
tek tek gökteki yerlerini aldığında artık gece olmuştu.
Dur emri verildiğinde yaedler uğultulu
konuşmalarla dinlenmek için oturacak yer aradılar. Vortix ve Luudman her zaman
yaptıkları gibi bu kez kendilerini yorgunlukla yere atmamışlardı. Vortix seri
bir hareketle Rovas’ı yere indirdi ve kollarını hafif açıp dizlerini kırarak
dövüşmeye hazır bir şekilde nöbetçilerle yüzleşti.
Nöbetçiler sinirli yüzlerle hırlayıp
etraflarını sararlarken çevredeki yaedlerden yardım istediler. Yaed
savaşçılarından biri tehditkar bir şekilde kılıcını çekti. Ve ne yapması
gerektiği ancak o zaman Vortix’in zihninde belirdi.
Kendini öldürtecekti!
Rovas’ı Luudman taşıyacak ve yaedler
Vortix’le idare ederken birkaç gün daha hayatta kalacaktı.
Düşünceleri yüzüne yansımış olmalıydı,
çünkü yaed kılıcını ihtiyatla Vortix’ten uzağa fırlatmıştı. Sayıları yeterince
kalabalık olana kadar saldırmaya çekiniyorlardı. Çünkü Vortix ilk saldıranı en
iyi ihtimalle yaralayacaktı. En yakınındaki yaedin kemerindeki bıçağı gözüne
kestirdi. Yaedlerin daha fazla kalabalıklaşmasına ve saldırıyı yönetmelerine
izin vermeyecekti. Hızla ileri atıldı, fakat bir el bacağına yapışıp onu geri
çekti. Dengesini kaybedip yüz üstü yere düşerken kızgın bir şaşkınlık duydu.
Yaedler fırsatı kaçırmayıp anında üzerine çullandılar. Vortix onların deri
çizmeli, ince bacaklarının arasından Rovas’a baktı. Dizlerinin ve ellerinin
üzerinde doğrulmuş, yüzünden süzülen sessiz yaşlarla özür dileyen, az önce
bacaklarının dibinde oturan ve dengesini bozup onu durduran, bunu yaparak muhtemelen
hayatını kurtaran Rovas’a.
Bir yaed Rovas’ı ayağa kaldırırken, hâlâ
elleri bağlı olan Luudman koşarak ona omuz attı. Yaed birkaç adım geriledi, ama
dengesini hemen toparlayıp Luudman’ı tuttuğu gibi Vortix’in yanına fırlattı. Bu
sırada Vortix’in eli yine arkasından bağlanmış, ayaklarındaki ipler
düğümlenmekteydi.
Rovas’ı kaldırıp birkaç metre ötedeki bir
ağacın altına götürdüler. Vortix ve Luudman bağırıyor, çılgınlar gibi mücadele
ediyorlardı. Bir sürü el onları sertçe yere bastırıyordu. Luudman yaedlere
kendi dillerinde bağırmaya başladı. Her nasılsa ağzındaki bağdan kurtulmuştu.
Yalvarır gibi sık sık tekrar ettiği kelimenin Şef anlamına geldiğini Vortix de
biliyordu. Fakat kimse Luudman’ın yakarışlarını umursamadı.
Rovas’ın bacaklarına bir ip geçirip onu
ağacın alçak dallarından birine astılar. Orada kırık bacağına uzanmaya
çalışırken baş aşağı sallanan Rovas’ın acı dolu çığlıkları ne Vortix’in ne de
Luudman’ın hafızasından asla çıkmayacaktı.
Şef yanlarına gelip iki Harap’a tepeden
baktı. Nefret ettiği iki düşmanının yerde çürükler ve bereler içinde
kıvranmasını, ona yalvarmasını izlemekten tatmin duyuyordu. Üçünün de hayatı,
onun dudaklarının arasından çıkacak tek bir kelimeye bağlıydı ve bunu bilmekten
zevk aldığı bakışlarından belliydi. Luudman onunla konuşmaya başladı. Rovas’ın
hayatı için pazarlık ediyor, umutsuzca şefi ikna etmeye çalışıyordu. Şef sarf
ettiği bütün çabadan zevk alarak onu dinledi. Ardından merhametsizce gülümseyip
hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve Rovas’ın asılı olduğu ağaca doğru
yürüdü.
Luudman’ın yüzünde beliren ifadenin bir
benzerini Vortix ona şimdi başka bir ömürmüş gibi gelen eski hayatında
görmüştü. Yarım saat boyunca sarayın koridorlarında ve çatılarında kovaladığı,
sonunda kaçamayacağını anlayınca kuzey kanadındaki kulelerin birinden aşağı
atlayan Estova’lı suikastçinin yüzünde de atlamadan hemen önce işte tam bu
ifadenin belirdiğini hatırladı. Luudman kısa bir şey söyledi. Sözcükleri
tükürür gibi söylemesinden ve şefin aniden durmasından yüzbaşının ağır bir
küfür ettiğini anladı.
Luudman gözü dönmüş bir kararlılıkla
hakaretlerine devam ederken şef kısık gözlerle kımıldamadan onu izledi. Birkaç
dakika önce Vortix’in aklına gelen düşünceyi şimdi Luudman gerçekleştirmeye
çalışıyordu. Kendini öldürtecek, Rovas ve Vortix için daha fazla zaman
yaratacaktı. Luudman’ın hakaretleri sürerken yaedler öfkeyle hırlamaya,
homurlanmaya başladı, fakat şef hâlâ tepkisizdi. Üzerinde şefin kabilesinin
simgelerini taşıyan bir yaed kılıcını çektiğinde, Luudman istediğini elde
edebileceğini sandı. Fakat şef, elini kaldırarak yaedi durdurdu.
Sakin adımlarla Luudman’ın yanına yürürken
Harap’ı tutan savaşçılar geri çekildiler. Luudman korkusuzca kendisini
öldürecek olan darbenin gelmesini beklerken Vortix öfkeyle bağırdı. Şef eğilip
Harap yüzbaşıyı dört parmak uzunluğundaki, kırlar düşmüş siyah saçlarından
tuttu. Yarı yürütüp yarı sürükleyerek onu Rovas’ın asılı olduğu ağaca götürdü.
Önce onu paçavra gibi silkerek yere,
Rovas’ın önüne attı. Ardından saçından tutarak başını kaldırdı ve Rovas’la
yüzlerinin arasında iki karış kalana kadar yaklaştırdı. Ondan emir bekleyen bir
savaşçısına başıyla sert bir hareket yaptı.
“Hayır, yapma, dur, yapma,” diye yalvardı
Luudman. Yaed şefinin ne yapacağını anlamış; korku ve panik bütün bedenini
kaplamış, ona Yaedce’yi bile unutturmuştu. “Hayır, lütfen yapma, lütfen…”
Yaed
savaşçısı Rovas’ın arkasına geçti. Genç Harap’ın başını sabit durması için
karnına yasladı. Sol eliyle kurbanının başını tutarken sağ eliyle bıçağını
çekti.
Vortix ağzındaki bağın gerisinden boğazı
yırtılırcasına bağırarak bütün gücüyle çırpındı. Onu yerde tutabilmek için dört
yaed üzerine yüklenmişlerdi.
Bıçak gözlerinin önünden yükselirken Rovas
korkuyla titreyip inledi.
Luudman son bir çabayla şefin elinden
kurtulup, “Hayır!” diye bağırırken bıçak hareket etti. Zarif ve yumuşak bir
kavisle soldan sağa doğru, peşinde kırmızı bir iz bırakarak kaydı. Bıçak
çekilir çekilmez o kırmızı yarıktan Rovas’ın kanı güçlü bir kalp atışıyla Luudman’ın
yüzüne fışkırdı. Şef onu yeniden saçlarından yakalamaya çalışırken, Luudman
aklını kaçırmışcasına bağırıyor, ağlıyordu. Yaşam, kanıyla beraber yavaş yavaş
onu terk ederken, Rovas, kendi sıcak kanıyla yıkanmış yüzünde korku dolu bir
ifadeyle, boğulur gibi sesler çıkararak Luudman’a baktı. Sonra gözlerindeki
korku, yerini hiçliğe bıraktı.
Bedenini çaresiz bir titreme saran,
kulaklarını yalnızca Luudman’ın hıçkırıklarının delebildiği bir uğultu dolduran
Vortix o kadar çok çırpınmıştı ki, onu zapt edebilmelerinin tek yolu başına
sertçe vurup bayıltmak olmuştu.
Yorumlar
Yorum Gönder